Utku Özmakas
Tarihsel detaylara bakarak, belirli kilit kavramların izini sürerek Machiavellici siyaset üzerine felsefi bir araştırma diyebiliriz kitabın için. Machiavelli’nin diğer birçok eseri ve metnine de değinmekle birlikte aslında bu kitap aynı zamanda Prens’i okuma kılavuzu. Machiavelli üzerine bir kitap yazmaktaki en önemli motivasyonun, derdin neydi?
Sanıyorum bir tür “hayal kırıklığı.” Felsefenin merakla başladığı söylenir çoğu zaman ama modern felsefenin fitilini merak yerine hayal kırıklığında arayan Simon Critchley’nin açtığı yolu izlemeyi tercih ederim; zira sizden önce oraya bırakılmış bütün ekmek kırıntılarını takip ettikten, anaakım analizleri okuduktan sonra bile kavramaya yönelik girişiminiz duvara çarpınca, geriye Benjamin’in barbarı gibi yeni bir yol açmaya çalışmaktan başka bir çare kalmıyor. Machiavelli’yle ve özel olarak da Prens’le maceram aslında böyle başladı.
İlk bakışta çok da karmaşık görünmeyen bu kitapla karşılaştığım andan itibaren (ve bir süre daha) bir “ele geçirememe” ve “özümseyememe” hissi çöreklendi zihnime. Bilen bilir, insanda ellerini yıkama, durup düşünme isteği uyandıran bir histir bu. Prens’in çekirdeğine nüfuz etmekte, inşa ettiği evreni anlamakta tuhaf bir güçlük çekiyordum. Sanki satır aralarına saklanmış o gizli bölgeyi keşfetsem bu muammanın anahtarı bana sunulacaktı. Nihayetinde Prens üzerine yazılmış başka metinleri okudum ve hayal kırıklığım bir nebze olsun azaldı. Dolayısıyla kitabın zihin dünyamda yarattığı depremi yaşamış ama muammayı kavramak için yürümekten vazgeçmeyen başka okurlar da olabileceğini düşünerek, yolun en azından bir kısmını birlikte kat etmek üzere kaleme sarıldım. Amacım Prens’in hemen her cümlesinin altındaki taşı kaldırıp diğer metinlerine uzanan geçitleri bulmak, ama bunu yaparken sadece metinlerin alanında kalmadan, tarihsel rabıtalarını hesaba katarak düşünmek ve böylelikle filozofun üstündeki meşum perdeyi kaldırıp atmaktı.
Prens’i nasıl okumalı? Hangi varsayım ve alışkanlıklardan kaçınmalı?
İlk önce o büyük ezberden kaçınmak lazım: “Machiavelli bir Makyavelciydi.” Nihayetinde adınızdan bir “sıfat” türetiliyorsa elbette çekmeceleri kurcalayıp bunu meşrulaştıracak bazı cümleleri çıkarmak mümkündür: Prens’te de, Adamotu’nda da… Ne var ki, genellemeler kaçınılmaz olsalar da, felsefe tarihçiliği için yeterli değildir. Zira -genelde pedagojik sebeplerle- hareket halindeki devasa düşünceden bir kesit alıp sonra da bunu bütüne ait bir şeymiş gibi sunarlar. Üstüne üstlük, her genellemenin içinde kendi hilafına işleyen ve kaçınılmaz bir değilleme uğrağı vardır. Bu nedenle “Machiavelli bir Makyavelciydi” ezberini doğrulayacak cümleler kadar, bunu yadsıyacak pek çok ipucu bulunabilir filozofun metinlerinde (hatta tam da kanıt olarak gösterilen cümlelerde bile). Kısacası gerçek bir karşılaşmadan önce zihni önden biçimlendiren bir görüşü üstlenmek yerine, farklı bakışların kesişimindeki müşterek alanlarda ve bakışımsız bölgelerde neler olup bittiğine odaklanan ama nihayetinde “sınır” diye bir şey olduğunu unutmayan bir yaklaşımı sahiplenmek metne yaklaşmakta çok daha incelikli bir yordam sunabilir.
Ben de bunu yapmak için Raymond A. Belliotti’nin Prens üzerine tespit ettiği dokuz yorumun haklı bulduğum ve eksik yanlarına işaret ederek başladım kitaba. Ardından da Leo Strauss’tan Erica Benner’a kadar farklı düşünce tarihçilerinin bıraktığı ipuçlarını yedeğine alan bir bakışla Prens’i satır satır okumaya; yorumculara bazen katılarak bazen itiraz ederek ama son kertede onlarla birlikte düşünerek “yeni” bir Machiavelli yorumu inşa etmeye çalıştım.
“Machiavelli’nin dansı”yla ne kastettiğini kısaca anlatman mümkün mü?
Machiavelli düşüncesinin hareket kabiliyeti, bazen kavramlardan çok metaforlarla yakalanabiliyor. Hatta “Machiavelli’nin dansı”nın arka planında çaldığını düşündüğüm John Cage’in “4:33” parçasından yola çıkarak yazdığım son bölümde söylediğim üzere, filozofun zaman zaman kavramlardan çok metaforlara güvenmesinde bir hikmet olabileceği ihtimalini unutmamak gerek. Machiavelli, belki de metaforların dünyanın semantik muğlaklığına çok daha uygun olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden onu anlarken kavramlar kadar metaforlara dikkat kesilmek; hatta belki de ona da bir metaforla yaklaşmanın çok daha aydınlatıcı olabileceğini düşündüm. Zira böyle bir metafor, sizin de sorunuzda andığınız farklı felsefi hamleleri aynı çatı altında toplamayı, böylelikle bir anma ve düşünme kolaylığına varmayı sağlıyor.
Machiavelli, klasik siyaset felsefesiyle yollarını ayırırken oldukça karmaşık bir dizi felsefi hamle yapar. Bir yandan etik dairesini terk eder, ama öte yandan da siyasetin özerk dairesi içerisinde geçmişten getirilebilecek alışkanlıkları işe yaramaz hale getirmeye çalışır. Örneğin siyaseti “mutluluk”a erişmeye yönelik bir çaba olmaktan çıkarır; ama sadece bununla kalmaz. “Acımasızlık” gibi -alışkanlıklar uyarınca- kolayca lanetlenebilecek bir kavramdan kurtarabileceği kadarını kurtarmaya çalışır. Bunun için de ayrımlar yapar. Metinde karşımıza birden “kötü ya da iyi kullanılmış acımasızlık” veyahut “sofuca ya da insanlık dışı acımasızlık” gibi kullanımlar çıkar. Bu felsefi dans, siyaseten bir sonraki hamlenin nasıl yapılacağına dair uzamsal bir düşünmeyle birleşerek bir ihtimaller denizi yaratır; ancak Machiavelli tarihsel tekilliği anlamadan hangi hamlenin yapılacağını asla söylemez. Burada yaratıcılığa açılan bir hesaplama söz konusudur.
Aynı şekilde bu dansın en ilginç figürlerinden biri, filozofun geleneksel etik yaklaşımla yolunu ayırarak siyasette dün iyi olanın bugün kötü olabileceğini tespit ettiği anda görülür. Soru basittir: Elinde sabit bir unsur yoksa prens yol haritasını nasıl çizebilir? Cevapsa girift: Bir yandan geleceği fethetmek isteyen ama bunu yaparken de idealden geri çekilerek somut gerçekliğin peşine düşen bir bakışın kurulması için pek çok vektörü hesaba katmak gerekir. Bu da hem tarihi örnekleri çok iyi bilmeyi hem de fortuna ile virtù’nun dansında virtüöz olmayı gerektirir.
Bu dansta klasik “bekle gör” yaklaşımına yer yoktur. Machiavelli, siyaset sahasında en fazla hamle yapmaya imkân veren avantajlı konumun, kartların dağıtılmasını bekleyen değil, kartları dağıtan olmakla elde edilebileceğini düşünür. Böylelikle prensin (“cömert olmasan öyle görün” gibi) el çabukluğuna başvurması gereken durumlarda partnerinin bakışlarını idare etme ve sonraki hamlesini yönlendirme potansiyeli de artacaktır.
Yazım ve araştırma aşamasında öğrendiğin, idrak ettiğin ve seni şaşırtan, belki gidişatı, belki bir açıdan kendi yaklaşımını değiştiren bir şey oldu mu? Aslında anlamaktan doğan sevinci paylaşmanı istiyorum; hem kendi çalışman sırasında hem de Prens’le olan mesainde ortaya çıkan.
Sanırım Muazzam Muamma’yı yazmak için bazı kavramların, kişilerin ve olayların izini, Söylevler ve mektuplar başta olmak üzere filozofun başka metinlerinde ve başka kaynaklarda sürmeye; bunları karşılaştırarak, bunlarla çarpışarak ilerlemeye başladığımda hayal kırıklığının şaşkınlığa ve nihayetinde şaşkınlığın da ferahlamaya dönüştüğü bir an oldu. Sanki metindeki sarp kayaları aşıp ironilerden sıyrılmış, nihayetinde dar geçitlerden çıkıp bir “açıklık”a kavuşmuştum. Başka bir deyişle, Prens’in içinde başka bir metin, ancak doğru açıyla tutulduğunda okunaklı hale gelen başka bir kitap olduğunu anlamaya başladığımda bir yerden sonra hayal kırıklığı ile şaşkınlık yerini neşeye bıraktı. Özet mahiyetinde bir örnekle: Prens’te prens adıyla anılan Nabis’in Söylevler’de neden tiran diye adlandırıldığını düşünmeye başladığınızda önünüzde klişeleri yıpratan bir yorum belirmeye başlıyor. Nihayetinde Leo Strauss’tan Isiah Berlin’e kadar son derece önemli yorumcularla birlikte yürüyerek cümle kapılarını tek tek çaldım. Kapıların ardından çıkanlarla bazen şaşırmanın bazense hayal kırıklığına uğramanın ne kadar öğretici ve öğrenmenin ne denli neşe dolu olabildiğini anladım.
Bu kitabın (uluslararası) piyasadaki mevcut kitaplardan temel farkı nedir?
Machiavelli üzerine beş asırdan fazla süredir mürekkep akıtılan bir düşünür. Hakkında yeni bir şey söylemek kolay değil. Harvey Mansfield’in Leo Strauss’un meşhur metni için söylediği gibi, insan Machiavelli üzerine konuşurken yeni bir kıtaya çıktığını, yeni bir kara parçasını keşfettiğini sanıyor ama bir anda elini çaresizlikle alnına götürüp zaten sizden önce birilerinin oraya çoktan ayak bastığını fark etmesi uzun sürmüyor. Buna rağmen kitabın manyetik etkisi, üzerine konuşma ve düşünme arzunuzu diri tutuyor.
Örneğin, Benner ve Alvarez’in kitapları benden daha önce aynı yolu izleyerek Prens’i satır satır analiz etmeye yönelik girişimler; ancak başka yorumcularla nadiren tartışıyorlar ve bilhassa Alvarez, kitabı kapalı bir çevrim içerisinde ele almaya çalışıyor. Oysaki Muazzam Muamma’nın derdi, Prens’i hem genel olarak felsefe tarihi içerisinde hem de özel olarak (mektuplara bakarak ve bunları doğrulayarak) Machiavelli’nin kendi tarihi içerisinde bir yere konumlandırmaya çalışırken, öte yandan da üzerine yazılmış en temel ve önemli metinlerle bir tartışma yürütmek. Buna bir örnek vermeye çalışayım: Örneğin kendi adıma Machiavelli’ye giden yolların temizlenmesinde etkili olan Leo Strauss’un yorumlarına ciddi itirazlar getiren Dante Germino’nun eleştirilerini okura önce aktarıp sonra iki yorumcuyla birlikte düşünerek yeni bir yol bulmaya çalıştım veyahut Mansfield’in 1975 yılında Political Theory dergisinde yayımladığı bir makaleyi 1996’da yayımladığı kitabına alırken neden “Machiavelli’nin cesareti”yle ilgili iki paragrafı çıkardığının ve bu eksiltmenin bize ne söyleyebileceğinin peşine düştüm.
Tabii burada sadece yorumcular arasındaki gerilim ve çatışmaları derlemekle sınırlı kalmadım. Örneğin, ikincil literatürün virtù kavramına yönelik yaklaşımını tamamen dışında kalan bir bakış önermeye çalıştım. Pek çok yorumcu bu kavramın metinde tutarlı bir biçimde kullanılıp kullanılmadığı, kaç kez geçtiği ya da kaça ayrılabileceği gibi çeşitli yollarla bu kavramı kuşatmaya çalışıyor. Oysaki kitabın satır aralarına sızdıkça yapmamız gerekenin böylesi bir kuşatma yerine “havalandırma” olduğuna kani oldum. Kitapta virtù’yu bir “bulut kavram” diye nitelememin sebebi de buydu.
Tüm bunları yaparken bütün ümidim Machiavelli deryasına bir damla olsun katkıda bulunabilmek ve kendini bu deryada kaybolmuş hisseden okurlara bir kılavuz sunmaktı. Umarım bir nebze olsun başarabilmişimdir.
コメント